buzları üşüyen bozkır ayazlı bir şehrin üşüyen kalbinden selamlar olsun ,
kış daha yeni geldi diyenler varsa da ben yazı özledinm bile çoktaaan...
ocak 2020 oldu değerli okurlarım ha...
*10 gününü de devirmekteyiz bakalım, şükür.
**kimi gün tekil konuşuyorum kimi gün çoğul, farkındayım, ama içimden nasıl gelirse öyle işte:)
kışı sevenlere saygım sonsuz...benim için de sevin olur mu:(
Yani kış ile yüzleşsek ona söylenecek o kadar o kadar çok şeyim var ki, birike birike patladı...
kırmadan incitmeden nasıl konuşulur bazen unutmak istiyorum, ben kırıldımsa o da kırılsın istiyorum;
evet yalan değil...gayet insancıl yani, sen beni ez-üz ben sana tek kelime edeyim öyle mi?
yyyyyokkk öyle yağma canım, kusura bakmasın kış da olsa yaz da olsa; insan da olsa kuş da olsa...
öyle üç köfte üç kuruşa olmuyor maalesef!
-olursa da o köfte köfte değil yani eminim.
yoğunluk iyi geliyor bana...kendimi unuttursa da verimli olmayı seviyorum,
boş zihin şeytanın tarlasıdır demişler boş yere olmasa gerek,
üretmek eminim şuan toplumun en kısır konusu,
gün içinde üretemeyince doğal olarak zihin üretiyor boş şeyler, boş işler...
vesvesler, zırvalar ırvalar...
bahara da az kaldı...bi umudum baharda.
dünyadaki kaos ortamı yaratma çabalarını iliklerime kadar hissettim;
vay tehditler, vay vurarım-kırarımlar- vay acımadı kiiii'ler! iki yaramaz çocuk gibiydi Amerika ve İran...göz göre göre huzurumuzu bozuyorlar, en lüks şeylerden biri huzur artık.
İgor Morski'nin yukarıdaki eseri de duruma cuk oturdu,
seviyorum cuk diye oturtmayı ayol :)
ne yazık ki zamanla duyarsızlaşıyoruz mücadele ettiğimiz şeylere karşı,
ister adı sigara olsun, ister ön yargı, ister çevre kirliliği, ister politik spekülasyonlar, manipülasyonlar, dedikodular...
mücadele etmek zamanla yoruyor bizi,
beyin artık daha az zararla atlatmak adına uyumlamaya başlıyor bir müddet sonra...
sonra mı,
ağaçlar ayakta ölüyor işte...
***ama yavaş yavaş.